La Casa De Papel’den Hayatınıza Katabileceğiniz 6 Bakış Açısı ve Dizi Hakkında Bilinmeyenler





La Casa De Papel’den Hayatınıza Katabileceğiniz 6 Bakış Açısı

Bugünlerde uzayda yaşamıyorsanız kulaklarınız mutlaka aşinadır. Soygun teması daha önce işlenen bir tema olmasına rağmen La Casa De Papel’i farklı kılan bu temayı işleyiş biçiminin derinliğiyle büyük resmi farklı perspektiflerden ele alarak değişik bakış açılarını muhteşem yansıtması.

 

Aksiyondan suça, dramdan gerilime kadar malzeme açısından oldukça zengin bir dizi olmasından dolayı tüketmesi de bir o kadar keyifli. Detaylı incelendiğindeyse herkesin kendi hayatında sorgulaması gereken bazı noktalara büyüteç tutuyor.
Hadi o noktalara odaklanalım:


1) Her şey salt siyah ya da salt beyaz değildir.

 
Yüzde yüzlük bir oranı ancak matematik dersinde bir kağıt üzerinde yakalayabilirsiniz, hayatta çoğu zaman geçerliliği yoktur. Konudan çok sapmadan Yin-Yang felsefesine bağlayacak olursak zıt kutuplar az oranda da olsa karşıtını kendi içinde bulundurur; savunmanın, saldırmayı barındırması gibi.
Diziye dönecek olursak; bazen eylemleriniz sonucu ortaya çıkan netice, harekete geçiren amaçla zıt düşebilir. Tıpkı dizide işlenen organize bir suçun, Profesör tarafından şu şekilde açıklanması gibi: “…Biz, kimsenin parasını çalmıyoruz. Hatta bizi sevecekler. Bu, çok önemli. Halkın bizden yana olması şart. İnsanların gözünde kahraman olacağız ama dikkat edin; çünkü bir damla kan aktığında, yani tek bir kurban olursa, Robin Hood olamayız.”


2) Düşülen en büyük tuzaklardan biri ön yargıdır.

 

Dizinin kahramanları; Profesör, Berlin, Tokyo, Rio, Denver, Moskova, Oslo, Helsinki ve Nairobi’den söz edecek olursak her biriyle ilgili fikirler bölümler ilerledikçe ve hikayelerini öğrendikçe değişiyor. Bir önceki bölümde hak verdiğini bir sonraki bölümde yerden yere vurmak istiyorsun ya da öfkelendiğin bir karaktere şefkat beslerken buluyorsun kendini. Özetle ön yargılar potansiyel ön-yanılgılardır. İlk etapta verdiğiniz hükümleri direkt tükenmez kalemle yazmayın ki üzerini çizmek zorunda kalmayasınız, arkası silgili kurşun kalemler de iş görecektir.


3) Vakit nakittir ve büyük hedefler uzun hazırlık süresi gerektirir.

 
Kendini çok uzun süredir bu soyguna hazırlayan Profesör’ün, ekibi de uzun bir hazırlık sürecine soktuğuna şahit oluyoruz. Aynı zamanda zamanın ve zamanlamanın önemine yapılan vurgularla da sık sık karşılaşıyoruz.

Hayatta da zamanı her defasında hesaba katmak lazım. Zaman tek yönlü bir şekilde ileriye doğru akıyor ve geriye alma şansımız yok. Bu nedenle değiştirebileceğiniz tek zaman şu an ve bu çok değerli bir lütuf. Bir hedefiniz varsa ihtiyacınız olan zamanı iyi ayarlayın; geç başlamak veya erken kalkışmak kimsenin karşılaşmak istemeyeceği sonuçlar.


4) Ufak da olsa her detay kurgulanmaya değerdir.



İlk bölümden itibaren Profesör’ün her ihtimali ince ince düşünerek planını buna göre şekillendirdiğine şahit oluyoruz. Sayısız sahnede, “Ay şimdi yakalandılar!” derken “Yok yok, bunu da hesaba katmışlar.” dedik.
Bunu kendi hayatımıza uyarladığımızda kaba-taslak planlardan ölçekli yol haritalarına geçmenin bazen kritik oranda kurtarıcı olabileceğini söylemek yanlış olmaz.


5) En büyük hesaplaşma kendinizle olandır.
 


Yer yer dizide karakterlerin kendi içerisinde verdiği savaşlara ve kendileriyle hesaplaşmalarına şahit olmak diziyi zenginleştiren bir başka detay.

Gün içerisinde veya uyumadan hemen önce, kısa süreliğine de olsa yaptıklarınız için yapacaklarınız için kendinizi sorgulayın hatta kendinize hesap verin. Kendinizle olan iletişiminiz başkalarıyla kurduğunuz iletişimde ve hatta hayatla olan ilişkinizde rol oynayan en önemli etken.


6) Hayatta her zaman her şey planlandığı gibi gitmez.
 


Profesör; beş ay boyunca ekibiyle beraber kendini kapatıyor, tüm ihtimaller üzerinde düşünüyor, kendi değerlendirmesine göre teoride kusursuz planı meydana getiriyor. Zaman dolduğunda ve plan pratiğe döküldüğünde her şey kılçıksız ilerlemiyor.

Tekrar size dönelim; siz hazırsınız, plan hazır peki ya kontrol edemeyeceğiniz diğer koşullar? Her zaman her şeyin planlandığı gibi gitmeyeceği sonucunu aklınızın bir köşesinde bulundurmakta fayda var. Ayrıca unutmamak gerekir ki bir şeylerin kafanızda planladığınız gibi gitmemesi her zaman başarısızlık anlamına gelmez. Doğudan eseceğini düşündüğünüz rüzgar batıdan esiyorsa sizin de ona göre kendinizi entegre etmeniz mümkün.


Diziye bu kadar değinmişken dizide yer verilen müziklerin başarısından bahsetmemek olmaz. Jenerik müziğini dinlerken diziden derlenen sahnelere de göz atabilirsiniz.
 

 

Duygu Saçu 


La Casa De Papel Hakkında Bilmedikleriniz



Bildiğiniz üzere sosyal medyayı kasıp kavuran popülerliği ile dillerden düşmeyen, ilk bölümden itibaren heyecanı hep üst düzeyde tutan İspanyol dizisi La Casa De Papel 2 Mayıs 2017’de İspanyol kanalı Antena 3’de yayınlanmaya başladı. Yapım 23 Kasım 2017’de sona erdi. Dizinin uyarlaması ise Álex Pina tarafından yapıldı. Dizinin uyarlandığı kitap, Arjantinli yazar Carlos María Domínguez tarafından 2002 senesinde yazıldı. Geçtiğimiz günlerde 5. sezonu yayına alınan La Casa De Papel hakkında klasik bilgiler dışında dizi hakkında bilinmeyenlere yazının devamını okuyarak ulaşabilirsiniz.

Dizideki karakterlerin aslında keskin çizgilerle çekilmiş karakterler olduğunu, aslında ne kadar beklenmedik davrandıklarını, bazen tamamen aykırı olduklarını sanıyoruz ki herkes anlayabilmiştir. 

Taktıkları maskeleri bile Salvador Dalí gibi toplumun algısına ve ahlak kurallarına aykırı bir ressama ait olan gruptan beklenmedik ve aykırı davranmamaları yine beklenmedik bir davranış olurdu değil mi? 

Ne paradoks ama!


İşte dizi gerçekten de bu paradoksun üstüne kurulu, en katı ve soğuk davranması gereken karakter birden çok yumuşak, duygusal veya hoş davranış sergileyebiliyor ve sonrasında aklımızdaki karaktere dayalı ön yargıları birden yıkabiliyor. Tam tersine yumuşak huylu ve sakin gibi gözükenler gözlerini karartıp çok soğukkanlı davranabiliyor ve hiç beklenmedik şekilde ortalığı kan götürmesine sebep olabiliyorlar.

Gruptaki üyeleri ise aşağıdaki şekilde ele alabiliriz.

 

Dizinin çok fazla kez vurguladığı noktalardan biri grup üyelerinin tesadüfen değil de ince eleyip sık dokunarak seçilmiş olmaları. Çete üyelerinden hiçbiri orada tesadüfen bulunmuyor, hatta Moskov’un oğlu olan Denver bile.

Berlin: Dizinin 2. dünya savaşında aktif olmuş devletlerin şehirlerini fark ettiyseniz, diziye ikinci bir perspektif ile bakabilirsiniz. Örneğin Berlin İkinci Dünya Savaşında iktidara gelen Nazi Almanya’sını gözlerimizin önüne sunarken kendi geçmişinden alaycı bir tavırla bahsediyor ve ne kadar da çok kandırıldığını ve kırıldığını anlatıyor. Bu yıpranmışlık Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’yı vuran dalganın bir sonucuydu aslında. Ancak Almanya kalkınmayı bildi ve İkinci Dünya Savaşı’na çok sert bir şekilde Nihilizm etkisi ile girdi. Berlin’den ve hastalığından bahsedilirken çok kısa süre sonra ölecek olmasından ve yaşamının ilaçlarına bağlı olduğundan bahsedilir. İşte burada net bir şekilde Berlin’in düşüşüne ve kaçınılmaz sona doğru giderlerken Almanya’nın gerçekleştirdiği holokosta benzer bir tavırda olduğunu görüyor, hatta rehineleri bağlı tuttuğu düzendeki gibi bariz bir çağrışımı fark ediyoruz. Üstelik polisler Berlin’den bahsederken sahip olduğu hastalık dolasıyla kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri olarak görüyorlar, tıpkı dönem Almanya’sında etkili olan Übermansch gibi.

Tokyo: İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya kadar aykırı ve ezber bozan bir devlet, soygun sırasında ise Tokyo kadar aykırı ve düzen bozan bir eleman görülmemiştir herhalde. Savaşı başlatanın kim olduğunu biliyorsanız, ilk gösterilen üyenin Tokyo olmasını da tesadüf bulmayacağınızı tahmin ediyorum, çünkü İkinci Dünya Savaşı 18 Eylül 1931’de Japonya’nın Mançurya’yı işgali ile başlar.

Moskov: Sovyetler Birliği dönemi Rusya’sının karakter bulmuş hali olarak kendisinin aslında işin arka planında ne büyük bir başarı yakaladığını görebiliriz. Bildiğiniz üzere tünel kazma işleri Moskova’da başlamış ve yine bildiğiniz üzere ülkede işçi devrimi yaşanmış, Rusya komünist bir yapıya bürünmüştür. Dizide ise Moskov’un grupta oluşturduğu baba figürü de dünyaya yayılan komünizm dalgasının ve Sovyetler Birliği’nin komünist ülkelerde oluşturduğu benzer bir figürün simgesidir.

Denver: Colorado eyaletinde bulunan Birleşik Devletler’in şehirlerinden biridir. İkinci Dünya Savaşında ABD’nin varlığı gerçekten de beklenmedik bir olaydı, tıpkı Denver’in ekipte bulunması gibi. Birleşik Devletler, İkinci Dünya Savaşında en önemli cephelerden birini oluşturuyordu ve savaşın gidişatını değiştirdi. Tıpkı soygun sırasında isyanın gidişatının aslında Denver’in dolaylı olarak ona aşık olan Monica tarafından değiştirilmesi gibi. Aynı zamanda da SSCB ve ABD arasında İkinci Dünya Savaşı sırasında bir müttefiklik söz konusuydu ve Berlin’in düşmesi ve Nazi devrinin kapanması sonucunda olduğu gibi dizide de Monica’nın hayatta kalması bu ittifakın sonucuydu.

Rio: Savaşa dahil olmuş ilginç bir ülke gibi, soyguna dahil olmuş ilginç bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Onun karakterindeki bu Güney Amerika ezgilerinin sebebi bu olsa gerek. Soygunla gerçekten de teknolojik olaylar dışında hiç bir bağlantısı olmayan bir adam düşünün işte karşınızda Rio! İkinci Dünya Savaşı döneminde Brezilya da benzer şekilde arka planda kalan bir ülke olarak zihinlerimizde canlanıyordu. Fakat tarafsız kalmadıklarını ve savaşın sonuna kadar savaştan çekilmediklerini belirtmek gerek.

Helsinki ve Oslo: İkinci Dünya Savaşının gayet sert geçtiği cephelerden biridir Finlandiya ile Norveç. Halkları daha olayın farkına varmadan işgale uğramış, işgalci güçlerle çarpışmış devletler olarak, Finlandiya 3 büyük savaşa girmiş ve bu savaşları, Sovyetler Birliğine, sonrasında ise müttefik oldukları Almanya’ya karşı vermiş, ancak sonrasında bağımsızlığını başarıyla kazanmıştır. Norveç’te ki durum ise dizide Oslo’nun başına gelenler gibi çok trajik şekilde gerçekleşiyor. Ülke Almanlar tarafından işgal ediliyor ve uzun süre bombardıman altında kalıyor. Bu bombardımanlar arkalarında çok büyük yıkım bırakıyorlar. Özellikle Oslo kentinde. İşgal sırasında çok zayıf bir direniş gösterebilmişlerdir, hatta kral ve hükümet Londra’ya kaçarak hayatta kalmışlardır, ki dizide trajik şekilde ölüme giden karakterlerimizden biri Oslo idi.

Nairobi: Dizide belki de en pozitif karakterimiz Nairobi’ydi. Dışarıda bilfiil savaş dönerken o darphane kontrolünde ve yönetiminde bulunarak para akışını sağlıyordu. Kenya İkinci Dünya Savaşı’nda aktif olduğunu duyduğumuz devletlerden biri değil. Fakat İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan işgaline uğramışlar ve dolayısıyla onlar da savaşa dahil olmuşlardır.

Grubun kurucusu namı değer Profesör: Soygun planlarının ve soygun fikrinin kendisine değil de babasına ait olduğunu söylüyor. Gerçekten de öyle olduğunu babasının soygun girişimi sırasında vurularak öldürüldüğünü görüyoruz. Anlattığımız üzere her şehir kodu aslında özelleştirilip kişi imajları verilmiş karakterlerdi. Peki Profesör kim? Profesör aslında kimse, o bir İkinci Dünya Savaşı ülkesi değil, ama elbette ki onun da taşıdığı bir anlam var. Profesör aslında bilimin ta kendisi! Profesörün aykırı bulunduğu nokta bildiğimiz üzere Raquel ile arasında olan ilişki ve bu ilişki bildiğimiz gibi tamamen soygun planına aykırı. Profesör Bilimsel yöntemin, akılcılığın tersine doğru ilerlerken büsbütün planın altüst olması riskine girdi. İşte Profesörün aykırı olduğu nokta tam da burasıydı.

El tiempo es efectivo!

METE ASLAN

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

buttons=(Accept !) days=(20)

Our website uses cookies to enhance your experience. Learn More
Accept !