Afyon Kocatepe’de Çekilen O Fotoğrafın Hikayesi





Afyon Kocatepe’de Çekilen O Fotoğrafın Hikayesi

Büyük taarruz şafak vakti saat beşte başlamıştı, Mustafa Kemal hamleleri adım adım takip ediyor, sahra telefonuyla emirler yağdırıyordu.

Bi ara diğer komutanların yanından ayrıldı, tek başına, uçurum kenarına kayalıklara doğru yürüdü, dürbünle düşman hattına bakıyordu, dalgın, düşünceliydi, parmaklarını cigara içer gibi dudaklarına götürdüğü an… Deklanşöre bastı Etem Tem.

 

Yedek subaydı. Mülkiye mezunuydu. İstanbul’da fotoğrafçılık yapıyordu. Birinci dünya savaşında Kafkas cephesinde vuruşmuş, Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçmiş, Garp Cephesi’nde görevlendirilmişti.

Kuvayi milliye’nin resmi fotoğrafçısıydı, büyük taarruz’u kare kare görüntülemişti, 10×15 cam negatif çeken Alman malı Reflex ICA fotoğraf makinesi vardı.

“İşte o an”dan sonrasını, 1960 yılında Ulus gazetesi için yapılan röportajda, Fikret Otyam’a anlattı.

“Tek başına, kayalık tepenin ucuna geldi, başparmağı dudaklarının arasındaydı, objektifimi çevirdim, adeta nefes almıyordum, deklanşöre bastım. Günler geçti, 2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu.

Ahır bozması bir yerde filmi yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah koşarak götürdüm, içeri aldılar, berberi tıraş ediyordu, odada bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı, fotoğrafları aldı, baktı, “çok güzel” dedi.

“9 Eylül… İzmir’e girdik. Günbatımına yakındı, ilk işim bir fotoğrafçı aramak oldu, bir Rum fotoğrafçı buldum.

 


Kocatepe’de çektiğim filmleri verdim, yıkanıp basılana kadar etrafta dolaştım, zaman doldurup yeniden geldim, fotoğrafçı beni görünce “hepsi harika” diye bağırdı.

Baktım, fotoğraflar henüz yaştı, doya doya baktım, hakikaten hepsi harikaydı, taa Uşak’tan İzmir’e kadar bu anı bekliyordum, fotoğrafların kuruyup hazır hale gelmesi için biraz daha zaman lazımdı, sabah gelip almak üzere ayrıldım, karargaha, Bornova’ya döndüm.

Ertesi sabah erkenden otomobille İzmir’e indim ama, görmeliydiniz, cayır cayır yanıyordu İzmir, ahali sokaklara yollara dökülmüştü, ne dost belliydi ne düşman, fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildim, fakat ne göreyim, gözlerime inanamadım.

Dükkan yanmıştı, elimde kala kala Uşak’taki o ahır bozması yerde yıkayabildiğim bir kaç fotoğraf kalmıştı, ötekilerin hepsi İzmir’deki fotoğrafçı dükkanıyla birlikte kül oldu.”

Evet… Maalesef işte bu hazin sebeple, büyük taarruz’a dair 26 Ağustos’tan başka fotoğrafı yoktur Mustafa Kemal’in, tek karedir.

Ve aslına bakarsınız, Kurtuluş Savaşı başından sonuna kadar her yönüyle olduğu gibi, kurtulan tek kare fotoğrafıyla da “mucize”dir.

Ve aslına bakarsınız, Kurtuluş Savaşı başından sonuna kadar her yönüyle olduğu gibi, kurtulan tek kare fotoğrafıyla da “mucize”dir.

Çünkü, can pazarının ortasında harabe bir ahırda basılan bu fotoğraf kadar…

Tarihi böylesine anıtsal anlatabilen bir kare yoktur.

Büyük şair Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı Destanı’nda O anı şöyle anlatır;

 


 Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki.

Şayak kalpaklı adam, nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, güzel, rahat günlere inanıyordu.

Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar: “Üc” dediler.

Sarisin bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun basına kadar, eğildi, durdu.

Bıraksalar, İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Nazım Hikmet

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

buttons=(Accept !) days=(20)

Our website uses cookies to enhance your experience. Learn More
Accept !