Tanrıca, köle , Şeytan ve Cadı, Kadının Tarihsel Serüveni

 

Tanrıca, köle , Şeytan ve Cadı, Kadının Tarihsel Serüveni

Kadınların dinlerde ve mitolojilerde gözle görülür bir değişime uğradığı çoğu inanç ve kültürde tabiri yerindeyse 2. sınıf vatandaş sayıldığı, erkeklerden düşük mertebede oldukları, aşağılandıkları ve eziyet gördüklerini sürekli görür ve duyarız, peki neydi kadınları “Günah keçisi” yapan şey? bir zamanlar çok kıymetliyken ne oldu da kıymetsiz, günaha sürükleyen, değeri olmayan bir hal aldı? 
Kimi yerlerde “Şeytan” kimi yerlerde “Cadı” kimi yerlerde ise eksik nitelendirildi? 

Tarihte çok eskiye gidersek kadın aslında çok kıymetliydi İnsanlık tarihinin en eski bilinen “Sümerler” toplumundan bile önce (yazılı kaynak bulunmasa dahi) Hiyoragtiflerde çizilmiş şekillerde kadının Tanrıça olduğu, bolluk ve bereketi simgelediği, egemen güç olduğu açıkça görülmektedir…

Hollanda asıllı İngiliz arkeolog “James Mellaart” gün ışığına çıkartığı bir araştırma ile insanlık tarihinin “Anadolu” olduğunu ve Bir ana tanrıçalarının bulunduğunu herşeyin onun üzerine kurulduğunu ıspatladı. Evet insanlık tarihinin belege ve kaynak bırakan ilk uygarlığı “Konya-Çatalhöyük” de kurulmuştu! Günümüzden ortalama 6000 yıl önce…



Çatal höyükte bulunan 13. kay şehirinde (6800 yıl önce olduğu belirtilen) yapılan kazılarda ismi bilinmeyen ama büyük göğüslü iri kalçalı bir tanrıça heykeli bulundu ana tanrıça idi karşısında duran bir erkek tanrıça vardı boynuzlu Boğa, Koç ve erkek Geyik boynuzları ile simgelenmişti ve bu tanrı 2. plandaydı… 

Yapılan kazılarda görüldü ki kadınlar çok şıktı Mezar kazılarında kadın mezarlarından hiçte öyle beklendiği gibi çanak çömlek çıkmadı aynalar!, hallar ve bilezikler!, Dudak boyaları!, Kemer Tokaları, süs eşyaları ve buna benzer aletler çıkınca herkes “Şok” olmuştu! Şaşırtıcı değil mi kadın ilk uygarlıklarda ilkel olarak tahmin ediliyordu ama hiçte öyle değildi son derece modern, şık ve alımlıydı ayrıca saygı duyulan kıymet verilen varlıklardı inançları dahi kadınlar üzerine kuruluydu….

En Önemli Tanrı, Genç bir kadın, doğum yapan bir anne ve yaşlı kadın olmak üzere üçe ayrılırdı.
Kadın, yanında Şahin, akbaba, yada atma olan bir kuşla benimsenirdi.

Heykeller Genelde Üçlü gurupta duran Tanrıçaların yanlarında kutsal hayvanı olan Aslanla betimlenmişti. (Aslan yaradılış ve doğaya hakimiyetin simgesidir)

Tanrı Boğa veya Koç Başı biçiminde görünür.

 

Günün birinde Hakklarında pek fazla bilgi bulunmayan ama çizimlerinden uygar oldukları (En azından böyle bir hayat sürdükleri) anlaşılan bu toplumlar tarih sahnesinden silindiler Araştırmacılar hala ne olduklarını nereye kaybolduklarını araştırmakta… Ama zaman akmaya devam etti ve M.ö 4000 yıllara gelindi.

Mezepotamyada ilk kenteler ve uygarlıklar kurulmaya başlanıldı bu uygarlıkların yazılı kaynak ve belge bırakan ilk uygarlığı sümerlerdi.

Sümerlerde Kadın:



Sümerlerde Ana Tanrıça “İnanna” ismini almıştı. Philadelpia Üniversitesinin Güney Mezapotomya “Ninpur” şehrinde yaptığı kazılarda ele geçirilen 5000 çivi yazısı Tablet (3/1 İstanbul Arkoloji Müzisnde) İnanna Tapımını Ispatları ile ortaya çıkardı. 

 

İnanna Bir fahişeydi ama hemen yanlış düşünülmesin o zamanlardaki toplumlarda fahişelik kötü birşey değil tam aksine iyi birşeydi buna saygı duyulur ve ibadet ederlerdi tapınak fahişeleri ibadet için fahişelik yaparlardı ve hatta erkek fahişelerde bulunmaktaydı. 

Fahişelik bereketin, bolluğun, doğurganlığın sembolüydü ve kıymetliydi. İnanna toplumun süs ve neşesiydi Aynı Çatalhöyükteki gibi yazı henüz bulunmadığı için sadece çizimlerini yaptıkları ismi bilinmeyen ana tanrıça gibi zamanın en seçkin zengin ve asil sayılan aillerin kızları bile fahişelik için yarışırlardı bunu yaparak Tanrıçaların enerjilerini dünyaya getirdiklerini düşünürler ve bunu kutsal sayarlardı bu durumda zaten bir Tanrıçaya taptıklarını göstermektedir…

 

Zaman ilerledi ve Sümerler Tarihten silindi Yerini “Akadlar” aldı (MÖ 4000 – MÖ 2100)

Akadlarda kadın:




Akadlar (MÖ 4000 – MÖ 2100), MÖ 4 binde Arap Yarımada’sından Mezopotamya’ya ilk gelen ve yerleşen Sami asıllı bir kavimdir. Akad kralı Sargon Sümerleri yenmiş ve bu devleti kurmuştur. Dinsel açıdan Güneş tanrısı “Şamaş”, Ay tanrısı “Sin” ve Venüs tanrıçası “İştar” en çok tapılan tanrılardı. Sargon’dan sonra güçlü bir otorite kuran torunu Naram-Sin, kendisini “Akad’ın tanrısı ve dünyanın dört bölgesinin kralı” ilan ederek, ilk tanrılaştırılan kral olmuştur. Sınırlarını Zagros Dağlarına kadar genişleterek burada yaşayan savaşçı Lulubi kabilelerini dağıtmıştır. 

İştar Baş tanrıçalarıdır. En çok Tapılan tanrıça bereketin simgesi bolluğun simgesi aşkın ve sexsin simgesidir. Ayinlerinde bu litarürler sürekli görülmektedir.

  

Sargon’un ölümünden sonra devlet zayıfladı ve Sümerliler tarafından ortadan kaldırıldı (MÖ 2100) daha sonra Sümerler bir Sel felaketiyle Tekrar tarihten artık anılmayacak şekilde silinmesi ile “Babil Dönemi başladı ve “İştar” Hala egemenliğini sürdürmekteydi. Babile geçmeden Önce “Mısırada bakmakta Fayda olduğunu düşünüyorum” Çünkü İslamiyete kadar Msır yarım adasındada Tanrıça tapınması hakimdi!

Mısırda Kadın:


* Firavunlar Dönemi’nde kadının Tanrı soyundan geldiğine inanılırdı. Saltanat kadından çocuğuna geçtiği için, hanedan dışından Firavun olabilmek için, hanedandan bir kız ile evlenme geleneği vardı; bu yüzden veliahtlar, genelde kız kardeşler ile protokol evliliği yaparlardı.

* Eşleri ölen kraliçeler, dilerlerse hanedandan, asillerden veya halktan biri ile evlenip onu firavun yapabilirlerdi. Duvar resimlerinde zenci firavunlara rastlanmaktadır.



* Kraliçe Hatşepsut (Velikovsky’ye göre Sabâ Melikesi Belkıs’tır), eşi II.Tutmoses’in ölümünden sonra takma sakal ve erkek kıyafeti ile 22 yıl ülkeyi idare etmiştir. (MÖ:1479-1457)

* Firavunun saltanatı birlikte yürüttüğü eşi dışında 3-4 eşi daha olurdu ve bunlar farklı saraylarda otururlardı. Bu sarayların kendi akarları mevcuttu. Bunlar genelde ticareti de yapılan dokumacılık üzerineydi.

* Sarayda doğum önemliydi, çocuğun kimden olduğu önemli değildi.

* Her tür cinsel ilişkinin doğal karşılandığı Eski Mısır’da toplum ve saray, eşcinsel evlilik ile ana-oğul evliliğini hoş karşılamazdı.

Babil (Fenikeler-Kenan diyarı) de Kadın:







İştar Öylesine sevilmiş öylesine benimsenmiştirki Babilliler iştarı Baş Tanrıça ilan etmişlerdir (M.ö 2000-300) Yine aynı şekilde Bereket, bolluk ve sexi simgelemekte ismi ile tanrıların Kraliçesi diye adlandırılmaya başlanmıştır. iştarın Sembolü bir “Vulva” yani dişilik sembolü idi öyle ki “Lapuz lazuli” Taşından yapılşmış vulva muskalarının çokluğu arkeologları bile şaşırtmıştır. 

 

Kadın Tanrınça ile kanal oluşturmakta ve onlarla birlikte olan erkeklerin Tanrıça il karşılaşabileceğine inanılmaktaydı. Cinsellik, fiziksel ve fiziksel üstü olarak yaşamı dünyada var eden bir eylem olarak görülüp kutsal kabul edilmekteydi. Sadece Rahibiler Dişi Tanrı yani Tanrıça olan Ay tanrısının tipine bürünebilmekteydi bunun içinde siyah bir elbise giyerler ve başlarını kapatırlardı (Ay gece göründüğü için etrafı siyahtır bu yüzden siyah elbise giyerler ve Dolunay yani ayın tam yuvarlak şekli Tanrıçanın yüzü olarak kabul edilirdiki bunun içinde başlarını örter sadece yüzlerini gösterirlerdi Örtünmenin kökeni buradan gelmektedir Bunun için ayrı bir makale daha yazıcam) Bu ayinlerde kutsal evlilik yapar ve “Bakireliklerini” Kurban ederlerdi.
 


Fahişe Rahibeler Tanrıça İştarın bir tenezzürü olduğu için onlarda fazladan özellikler bulunduğuna da inanırlardı Falcılık, büyücülük, şifacılık gibi hatta zevk suyunun kutsal olduğu düşünülür para ile satılırdı. (Meraklısı varsa belirteyim tabletlerde Rahibelerin zevk sularının en çok göz için şifa olduğu yazmakta)

Cinsellik Tanrıçaya tapınılmasından dolayı kutsaldı, kadın bedeni kutsal sayılırdı ve halk arasındada cinsellik farzdı. 

  

Cinsel ilişkiye başlamadan önce şöyle söylenirdi: Senin şahsında Tanrıça Militta’yı çağırıyorum (Militta Afroditin asurcasıdır. Afrodit iştarın Yunanlılardaki ismi)

Tarih babillerde ilerlerken Hamurabi dönemine gelinir işte bu dönem herşeyin 180 derece döneceği toplu bir değişime neden olacağı herşeyin birbirinden zıtlaşacağı ve kadının “Kutsal saltanadına” son verileceği dönemdir.

İbraniler Tek tanrılı dinlere geçişi başlatır.
Tanrı Marduk:





Marduk (Akadça’daki Sümerce yazılışı AMAR.UTU (güneşsel dana), tevrat’ta Merodach), antik Mezopotamya’daki geç dönem tanrılarından birinin adı. Babil şehrinin baş tanrısıydı; Hammurabi zamanında Babil, Fırat vadisinin politik merkezi olduğunda, Babil panteonunun başı olarak Marduk’a tapınılmaya başlanmıştır. Babil yaratılış destanı olan Enûma Eliş’te tanrıların en büyüğü ilan edilmiştir.

Lakabı “Büyük Efendi, dünyanın ve cennetin efendisi” idi. Gücünün, her zaman fakir insanlara yardım etme ve kötüleri cezalandırmada kullandığı bilgeliğinde saklı olduğuna inanılırdı.

Mardok olarak da okunabilir. Bereket tanrısıdır ve sembolu mer-doğ (bağ belidir) ileriki tarihlerde bu mazda olarak değişecektir. Bu tanrıya inananlardan biride mardailar yani Mardinlilerdir (Merd-inliler).

Mezopotamya dininde Babil’in büyük koruyucu tanrısıdır. Bu özelliğiyle sonunda Bel’le özdeşleştirilmiştir. Eskiçağ çok tanrılıcığında Marduk özel bir yeri olan en büyük tanrılardan biridir. İlkin tarım tanrısıydı, sonra MÖ 20. yüzyılda kral Hamurabi tarafından en yüce tanrı derecesine yükseltildi, daha sonra MÖ 16. yüzyılda kral Buhtunnasr (Nabuhodonosor) tarafından tektanrı sayıldı. Bu açıdan bakınca Marduk tek tanrıların ilkidir.

  

Krallıkların ve uyruklarının yazgısı onun elindedir. Yeryüzünü de Kingu’nun kanıyla yoğurup elde ettiği balçıktan ilk insanı meydana getirmiş. Babil Kralı Hamurabi ünlü yasalarını kendisine dikke ettirenin Marduk olduğunu söyler. Marduk burada adelet tanrısı Şamaş kişiliğindedir. İncelemeci Samuel Reinach, Hamurabi yazılarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk’u Yehova’yla aynılaştırır.

Babil’deki en önemli Marduk tapınakları, Esagila ve tepesinde bir Marduk tapınağı bulunan Etemenanki adlı ziggurattı. Esagila’da her yeni yıl şenliğinde Enuma Eliş şiiri okunurdu. Marduk’un karısı olarak en sık anılan tanrıça Zarpanit ya da Zarbanit’ti (Zarpan Kentinin Kadını). Marduk’un yıldızı Jüpiter, kutsal hayvanları ise at, köpek ve özellikle çatal dilli canavardı.

Marduk en eski anıtlarda, elinde üçgen bir kürek çapayla betimlenir; bunun bereketi ve birlikteliği simgelediği düşünülür. Yürürken ya da savaş arabasına binmiş durumda da betimlenir. Giysisi yıldızlarla süslüdür. Elinde bir asa vardır; ayrıca yay, mızrak, ağ ya da yıldırım taşır. Asur ve Pers kralları da yazıtlarda Marduk ve Zarpanit’i saygıyla anmışlar, ikisinin birçok tapınağını yeniden yaptırmışlardır.

 

Yani “Tanrıça” dönemi bitmiş “Tanrı” dönemi başlamıştır. Yani Kadınların “Kutsal saltanatı” sallanmaya başlamıştır. 

Örneğin: Önceleri mirastan erkekle aynı payı alan ve boşandığında çeyizlerini geri alabilen kadınların hamurabi döneminde bu hakları ellerinden alınmıştır. 

“282 Hamurabi kanunu tanrı Marduk tarafından yazdırıldığına inanılmaktadır. İncelemeci “Samuel Reinach” ; “Eğer Musevi yasaları Musaya gerçekten Tanrı tarafından yazdırıldıysa Tanrı hamurabinin yasalarını aşırmış demektir” diyor Orpheus isimli kitabında” 

Çoğu araştırmacıda zaten hamurabinin Tanrısı (Marduk) ile Musanın tanrısının aynı olduğu kanısındadır. (İnanç sözlüğü Orhan Hanceri oğlu/Asur Babil Dini) Kil tabletlerde görülür ki Hamurabi döneminde en çok ceza Cadılık ve Kadın İhaneti üzerinedir. 

  

Bu cezalar Yüzyıllara kadar uzamıştır taki orta çağ avrupasına kadar! Tabi Bu geçiş Öyle hemen şip-şak diye olmaz baya bir uğraş ve savaşlar sonucu kadın saltanatı bitirilir ben makaleyi fazla uzatmamak adına ayrıntısına girmiyorum isteyenler musa ve firavun savaşından başlayarak ayrıntısını araştırabilir…

 

Sadece Şunu Örnek vereyim; Musanın tanrısı ile görüşmeye gittiğinde (10 emiri aldığı zaman) geri geldiğinde tekrar Boğaya (Yani Tanrıçaya) Tapındıklarını görüp sinirden çıldırıp 10 emri kırması buna bir örnektir.

Ve Artık Kadın için 2. sınıf, işe yaramaz, köle, aşağılanma, hor görülme dönemi başlamıştır!

Eski Yunan’da ve Roma’da Kadın:




Eski Yunan’da kadın çok aşağı bir seviyede görülür, vatandaşlık haklarından yararlanamazlardı. 

Bir Yunan Sözü şöyle der: “Yangın ve yılan sokmasının bir çaresi vardır; ama kadının kötülüğünün çaresi yoktur.” 

Eflatun da şöyle demiştir: “Kadın elden ele, orta malı olarak gezmelidir.” Aristo ise şöyle demiştir: “Kadın, yaratılışta yarım kalmış bir erkektir.”



Yunan Mitolojisinde, ilk kadının adı Pandora’dır. Toprak ve sudan yaratılmıştır. İnsanın başına gelen tüm belâ ve felaketlerin sebebidir. Kötülüklerin kapatıldığı kutunun kapağını açmış, musibet ve felâketler dünyaya yayılmıştır. Yunan toplumunda daha sonraları kadın ve erkeğin davranışları değişmiş; fahişelik ve eşcinsellik yaygınlaşmış; karmaşık bir hayat yaşanmaya başlanmıştır.

Toplumun kadına bakışı şöyledir:

  

* Kadın, ya babasının veya kocasının, o da yoksa akrabadan bir erkeğin vesayeti veya velayeti altında yaşar,

* Evlilik, sırf nesli idame içindir; kadının görevi ev düzenini yani ev işlerini yürütmekten ibarettir.

* Hiçbir işte kadının fikri sorulmaz,

* Erkek istediği zaman karısını boşayabildiği halde, kadının bunu talep etmesi son derece güçtür,

* Hayattayken erkeğin karısını bir başkasına devretmesi; veya ölümünden sonra kimin vasiliğine vereceğini belirtmesi olasıdır,

* Dul kadın, ikinci bir kocaya varırsa, tüm malları elinden alınır.

* Konstantin zamanında, zina eden kadın, ölüm cezasına çarptırılırdı. Justinian, bu cezayı manastıra kapatılma cezasına çevirdi. Zina edilen kadın, evlilikten men edilirdi.

* Karı-koca ayrı inançlara sahip iseler, evlilikleri gayrımeşru sayılır ve zina cezasına çarptırılırlardı.

* Roma’da kız çocuklar aç-susuz ve çıplak olarak Tanrı heykelleri önüne bırakılırdı.

Eski İran’da kadın:



* Mecuzî Dervişler döneminde, kız kardeş ve anne gibi kan yakınlığının bir değeri yoktu. Onlar kız kardeşleri ile evlenirlerdi.

* İranlılar da kadınlara Avrupalılardan farklı bakmıyorlardı. Kadın alınıp satılabiliyordu.

* Âdet halindeki kadın evden çıkarılır, kent dışında kurulan bir çadıra kapatılırdı. Onlara yemek götüren hizmetçiler dahi, ona ve onun dokunduğu eşyaya pis muamelesi yaparak, ellerini, burunlarını ve kulaklarını bez parçaları ile sararlardı.

* Milâdî V.yüzyılın 2.yarısında hüküm sürmüş olan Yezdücürd, kendi kızıyla evlenmiş, sonra da onu öldürtmüştür.

Eski Hind’de Kadın:



* Kadın bir köledir. Kocasının ölümünden sonra onun da hayat hakkı yoktur. Kocasının öldüğü gün, onunla birlikte o da yakılırdı.

* Diğer ülkelerde olduğu gibi, sonraları onlara da bazı haklar verilmiştir.

Eski Çin’de kadın:



* Kadını insan saymazlardı. Erkek çocuklar üstün sayılır, kız çocuklar ise uğursuzluk sebebi görülürlerdi.

* Çinliler torunlarına isim koymazlar, “BİR, İKİ, ÜÇ” diye seslenirlerdi.

Hitit Öncesinde Kadın:



*MÖ.2000-1800 arasında Anadolu’da muhtelif beyliklerin bulunduğu dönemde, iki başlı aile uygulaması görülür. Yani bir erkek, eşinden başka bir kadınla da yaşayabilir; üstelik uygun fiyatlarda kaçamak yapma hakkına da sahiptir.

*Ortak hayat boyunca, kadından sıkı bir sadakat beklenir, eşini aldatan kadın şiddetle cezalandırılırdı.

*Evlilik bağı, iki tarafça da kolaylıkla çözülebilirdi; ancak çocuklar anaya ait olurlardı.

*Hitit öncesi Anadolu’da iki başlı aile sistemi uygulanmakla birlikte, kadının alınıp satılması mümkündü.

*Evlilik müessesesinin ilk aşamasında, kadın, az bulunan ve aranan bir konumdaydı.

*Evlilik başlangıcında, taraflar birbirlerine armağanlar verirlerdi. Ancak kız ailesi için bu zorunlu değildi.

*Bekaretin mutlaklığı konusunda bağlayıcı bir kayıt yoktu.

*Tababet, daha çok (koca-karı denilen) yaşlı kadınların elindeydi. Bu kadınlar bir tür büyü ve sihir ile uğraşırlardı.

Hititlerde Kadın:



*MÖ.1000’li yıllarda, Hitit Devletinde, iki başlı aile yapısından, tek eşli aileye geçiş görülmektedir.

*Ancak erkek evlilik bağını çözerek karısını boşayabilir.

*Sadakatsizlik hakkı erkeğe bırakılmıştır; yeter ki, düşüp kalktığı kadınları evine getirmesin!

 

*Kadın, ömrü boyunca çalıştırılır. Kocası tarafından cezalandırılabilir, öldürülebilir; ancak erkek bu yaptığından dolayı cezalandırılmaz.

*Görüleceği üzere, Hititler devlet ve İmparatorluk olunca, şartlar kadınların aleyhine dönmüştür. Erkek hak sahibidir ve çocuklar üzerinde mutlak hakimiyete sahiptir.

*Kadın sözde özgürdür; fakat uygulamada kesinkes köle haline getirilmiştir. Hiçbir alanda öne çıkamamışlardır.

*Üstelik mülk gibi aile içinde bile devredilebilmişlerdir. Sözgelimi dul kadın, önce kocasının erkek kardeşi ile evlendirilir; o da ölürse, kayınpederi ile, o da ölürse, kocasının akrabalarından bir başkası ile evlenecektir. Buna benzer uygulamalar, halen ülkemizin bazı yörelerinde töre olarak uygulanmaktadır.

Evet Kadının saltanatının Nasıl sona erdiğini gördük peki saltanatın sona ermesinden sonra bereketin bolluğun ve aşkın simgesi olan, çok sevilen, baş tanrıça ilan edilen tanrıçaların yer yüzündeki timsali olan kadınlar nasıl olduda “şeytan” oldu? Tekrar tarihte bir gezintiye çıkıp “Lilith” isimli Kimilerine göre “Şeytan” Kimilerine Göre “Cadı” kimilerine göre “Ademin ilk eşi” evet yanlış okumadınız Ademin Havvadan Önceki eşi! Olan “Lilitih” tanıyalım.

Ve Kadının Şeytanlaşması Serüveni:
Lilith;

  

Tek Tanrılı dine geçiş yapan ve bu uğurdada açmadık savaç bırakmayan “Musevilerin” (ve daha sonra Hıristiyanların) inançlarında Âdem’in ilk eşidir. Tevrat’ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Bab’ında Âdem ile beraber bir dişi yaradıldığından, 2. Bölümde ise Âdem’in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır. Tevrat’ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen Havva’nın Âdem’in başka bir karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar.

İbranilerin eski inanışına (Mitolojosine) göre Lilith, Kızıl saçlı, beyaz tenli, büyüleyici bir güzelliğe sahip; gizemli, tahrik edici ve baştan çıkarıcı Bir tanrıça mı? Bir şeytan mı? Yoksa onu takip edemeyen kaba toprak parçası Adem’in, kendisine müdahale etmesinden hoşlanmayan bir kadın mı sadece? Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldığından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir. Âdem’le birlikte olmayı şiddetle reddeder. Adem ısrar ettiğinde ise büyü ile kaçar ve onu terk eder. Melekler geri getirmek için Lilith’ i bulur ama kendisi Kızıldeniz ile birlikte olduğundan 100 den fazla cin çocuğu olduğunu, bu nedenle artık Adem’e sadık olamayacağını bildirir. 

  

Melekler, geri dönmesi için her gün bir cin çocuğu öldürmeye başlar. Lilith’i de bunun karşılığına Adem’in soyundan her çocuktan, erkelerde sünnet oldukları 8. güne, kızlarda 20. güne kadar kendi adının yazılı muskayı taşımayan çocukları öldüreceğine yemin eder. 

Bugün dünyada var olduğuna inanılan cinler Adem ile Lilith’ in ve Tuval Kabil eşi Naama’ ın birlikteliğinden meydana gelmiştir. 

Adem ile Havva’nın sınırlı hayat ile lanetlenmeden önce, cenneti terk ettiğinden ölümsüzdür. Lilith’ den sonra Tanrı, ismi bilinmeyen bir başka eş daha yaratır ve Adem’de bu yaratılışı seyreder. Gördüklerinden çok etkilenir, yeni eşi kabul etmez. Üçüncü olarak, Daha sonra Âdem’i uyutur ve kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur.



Lilith, Hz. Eyüp’e eziyet etmek için çocuklarını öldüren iblis yada Türk mitolojisindeki lohusadaki çocukları boğarak öldüren Albastı iblisi ile aynı kişidir. İnanna ile aynı kişi olduğuna da inanılır.

Günümüzde bazı Museviler arasında bir adet olarak, Lohusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz, ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith’in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilir.

Bilinen en eski Lilith efsanesi Ben Sira Alfabesi’yle yazılmıştır ve Adem’in ilk eşinin hikayesini anlatır. Bu el yazması metnin ana kahramanı Ben Sira ama yazarının kim olduğu bilinmiyor. 

 

Metinden ilgili bölüm: Tanrı topraktan Adem ve Lilith’i yaratır. Ve fakat kısa bir süre sonra tartışmalar başlar. Lilith bir gece Adem’e şöyle der: ”Ben altta yatmak istemiyorum!” Ama Adem: ”Ben altta değil, üstte yatmak istiyorum, çünkü sen altta yatacak kişi olarak belirlendin.”… Lilith bunu çok aşağılayıcı bulur ve ona: ”İkimiz de aynı haklara sahibiz, çünkü ikimizde topraktan yaratıldık.” der.  Ve her ikisi de artık birbirlerini anlamayı reddeder…  Lilith bunu anladığında Tanrı’nın o özel ismini telaffuz eder ve göğe yükselir… 

Adem Tanrı’ya seslenerek; ”Dünya’nın Tanrısı, bana verdiğin kadın beni terk etti.” der. Bunun üzerine herşeye kadir olan Tanrı, Lilith’in peşinden üç melek gönderir ve geri gelmesini buyurur. 
Ve Adem’e; ”Geri dönmek istediği taktirde tamam; ama şayet istemezse, her gün yüz oğlunun ölümüne şahit olacak.” 
– Burada Tanrı’nın Adem’i desteklediğini anlıyoruz 
– Melekler Lilith’i takip eder ve Kızıldeniz’de onu yakalarlar. Ve Tanrı’nın sözlerini iletirler. Ama o tüm tehditlere rağmen Adem’e geri dönmek istemez…
 
 

Kaynaklara bakıldığında 8./10. yy arasında Lilith ile ilgili bir çok esere rastalansa da, asıl hikayenin ne zamandan beri anlatıla geldiğini anlamak mümkün olamıyor. Fakat bu efsaneyle ilgili yeterince araştırma yapılmadığıda çok açık. Ve hatta kasten yapılmadığı aşikar. 
Peki neden dersiniz? 

Kadının yaratılışı ile ilgili mit’lerde, Havva’nın ilk kadın olarak kabul edilmesi, acaba doğurganlığı olmayan erkeğin, kendisine tanrısal bir güç edinme arzusundan mı kaynaklanıyor? 

Yüzlerce yıldır bilinen mit’lere karşı, Lilith neden araştırılmıyor? “Lilith” ve daha sonra “Havva”nın Elmayı yiyerek Cenetten kovulmalarına neden olmasını anlatan “Tek Tanrılı dinler” Kadının “Şeytan” olarak bilinmesine neden olurlar…Ve bu süreç orta çağda kadınların cadı olarak yakılmasına kadar devam etmiştir.



Derleme: Bülent Dündar


Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

buttons=(Accept !) days=(20)

Our website uses cookies to enhance your experience. Learn More
Accept !